Yaşam Alanlarımızda Doğal Aydınlatma & Işık Kirliliği

And AKMAN

Bu yazımızda yapılardaki aydınlatma konusunu, fiziki performans ve enerji verimliliği gibi çözümlerin dışında kalarak, yaşam alanlarımızda yaratılan ışık kirliliği ve İnsan sağlığı ile olan ilişkileri bakımından ele alacağız.

Işık, hormonlarımızı nasıl etkiliyor?

Kentleşen insan, zamanını giderek artan oranda kapalı ortamlarda geçirdiğinden, bedensel ve ruhsal sağlığı bakımından önemli bir belirleyici olan ışığın ne olduğunu bilmesi ve doğru aydınlatma çözümlerini mimariye aktarması gerekmektedir.

Konuya biyolojik baktığımızda, ışığın insan için üç temel işlevi olduğunu görüyoruz.

Yön ve zaman duygusunun oluşumuna katkıda bulunmak; vücuda enerji sağlamak ve vücut saatini, yani sirkadyen döngüyü kontrol etmek. Bunlar ışığa tepki olarak cildimizde, merkezi sinir sistemimizde ve hormonlarımızda oluşan değişikliklerle gerçekleşiyor. İnsan evrimsel süreç içinde vücut kıllarının büyük bölümünü kaybettiği için, ışığın vücudumuz üzerindeki etkisi diğer memelilere göre daha belirgindir.
Ancak ışığın şiddetini ve özellikle rengini ölçmek, cildin değil, gözün işi. Yapılan araştırmalar, gözümüzdeki özel bir katmanın ortamdaki mavi ışığı ölçmek için özelleştiğini gösteriyor. Çünkü mavi ve özellikle morötesi ışık, tayfın ‘enerji-yoğun’ bölümünü oluşturuyor. Güneşte fazla kaldığımızda yanıklara neden olan ışık da zaten bu ışıktır.

Göz, ortamda bulunan mavi ışık miktarına bağlı olarak beyin hormon düzeylerini dengeleyen kısımlarına sinyaller gönderiyor. Peki beyin mavi ışıkla neden bu kadar ilgileniyor? Çünkü mavi ışık, ortamda bulunan morötesi ışığın göstergesidir. Morötesi ışık da, herkesin bildiği gibi, cildimizin D vitamin üretmesini sağlıyor. Ama herkesin bilmediği, ya da çoğunluğun yanlış bildiği şey, D vitamininin aslında vitamin değil bir hormon olduğu. Üstelik D vitamini, stres hormonları olarak bilinen adreno-kortikotrofik hormon grubuna benzer yapıda bir kimyasal, ama önemli bir farkla. D vitamini stres hormonlarının etkisini azaltıyor, yani vücudu stresten arındırıyor. Beyin ise, ortamda yoğun mavi ışık olduğunu hissettiğinde, D vitamininin stress azaltıcı etkisini dengelemek için vücuda stres hormonları salgılamaya başlıyor.

Yapay ışıklı ortamlarda uzunca süre kaldığımızda da, bu olgu önemli bir soruna yol açmaktadır. Özellikle fluoresan gibi bazı aydınlatma sistemleri, tayfın mavi ucuna yakın dalga boylarında ışık üretiyorlar. Ama güneş ışığının aksine, bu lambaların ürettiği ışık morötesi ışınım içermiyor. Bu durumda ise , beyin ciddi bir şekilde yanılmaktadır. Ortamdaki mavi ağırlıklı ışık nedeniyle kuvvetli günışığı altında olduğunu zannederek, oluşmasını beklediği D vitaminine karşı önlem alıyor. Yani stres hormonu salgılıyor. Cildimiz ise yapay ışıkta D vitamini üretmediği için, bu stres hormonları vücutta birikiyor ve gerginlik, baş ağrıları, kalbin yorulması ve buna bağlı kalp rahatsızlıkları, bağışıklık sisteminin zayıflaması, hatta hormon dengesizliklerinden kaynaklanan kanser vakalarına kadar hastalıklara neden oluyor.

Kapalı yapay mekanlarda ki doğal ışık ortamının, insan sağlığı için önemini araştıran “yapı biyolojisi” bilim dalının araştırmaları ve bilgilerin mimari tasarıma aktarılması, bu bağlamda son derece önemlidir.

Ekosistemimizde ışık kirliliğinin doğal hayata olumsuz etkileri

Kötü aydınlatmadan zarar görenler, sadece kendisini gezegenin efendisi zanneden insanoğlu değildir. Örneğin göçmen kuşlar için ışık kirliliği insanoğlunun yarattığı yeni bir tehlikedir. Oysa ki kuşlar sadece insanlar için değil, dünyadaki tüm canlı yaşam için çok yararlıdır. Her yıl milyarlarca haşereyi, sineği tüketirler, milyarlarca bitki tohumunu yayarlar. Özellikle küçük sineklerle beslenen göçmen kuşlar gece seyahat eder ve milyonlarca kilometre yol kat ederler. Kısmen takım yıldızlardan yön bulurlarken gökdelenler, deniz fenerleri gibi yüksek yapılardan yayılan ışıklar onlar için çekici olur. Bunun sonucu kuşlar ya yorulup düşünceye kadar ışık etrafında fır dönerler ya da doğrudan binaya çarparlar. Bu şekilde bir gecede binlerce kuşun öldüğü bilinmektedir.

Kimi deniz hayvanlarının yuvalama alışkanlıkları ışık kirliliği ya da yapay aydınlatma yüzünden tehlikededir. Deniz kaplumbağalarının binlerce yumurtasından çıkan yavrulardan yalnızca birkaçı denize ulaşabilmektedir. Denize ulaşmak için deniz ile kara arasındaki aydınlık farkını kullanan kaplumbağalar yapay ışıklandırmalarla karaya yönelince hayatlarından olmaktadırlar. Avustralya da yapılan bir araştırmaya göre mercanlar, üzerlerine düşen aşırı ışık yüzünden kendilerine renklerini veren mikroskobik bitkileri reddetmekte, beyazlaşmakta ve strese girmektedirler!

Ekolojik döngüler içindeki varoluşunu anlamlandırmayı kaybetmiş ‘çağdaş kentli’ ise, sorumlusu olduğu bu kirliliğe bir anlam verme yetisini dahi kaybetmiştir.

Işık kirliliğinin etkileri

Işık kirliliği her çeşit etkisiz aydınlatmayı kapsar. Bunların başlıcaları şunlardır:

· Işık tecavüzü ya da ışık taşması, yani ışığın istenmeyen ya da gerekmeyen yeri aydınlatması.
· Göz kamaşması, yani gözün alışık olduğu aydınlatma düzeyini aşıp görme yetisinin bozulması ve nesnenin görünürlüğünün kaybolması. Eğer ışık kaynağı aydınlattığı nesneden daha belirgin ise aydınlatma kötüdür.
· Dikine ışık, yani doğrudan gökyüzüne giden ışık. Sözün tam anlamıyla boşa giden, uzayda kaybolan ışıktır. Astronomlar ve gökyüzünü seyretmek isteyen herkes için en kötü ışık kirliliği budur. Işığın atmosferdeki tozlar ve moleküller tarafından saçılması sonucu göğün doğal parlaklığının bozulmasına, artmasına neden olur. Kamaşma ve ışık tecavüzü yaratan armatürler dikine ışık da gönderirler. Şehirlerin üstünde uçaktan görülen ışık denizi, çoğunlukla yukarıya
doğru yanlış yönlendirilmiş ışıklardır.
· Aşırı miktarda ışık, yani belli bir işin yapılması için gereken aydınlatma miktarını aşan ışık.

Fazla ışık, her zaman iyi aydınlatmadır, anlamına gelmez

Yapı biyolojisi kuramınca, konut, işyeri, sosyal ve kamusal binalar, yani tüm kapalı yapısal iç ortamlarda gün ışığından mümkün olduğu ölçüde faydalanmak gerekmektedir. Gün ışığı yapay aydınlatmaya göre daha iyi renk yansıtmasına sahiptir ve seviyesi ile tayfsal kompozisyonu da gün içinde değişdiğinden bu dinamik yapının insanları canlandırıcı etkileri vardır. İç mekanlarda aydınlatmanın uygun şekilde sağlanıp sağlanmadığının belirtlenmesi için dikkat edeceğimiz hususların başlıcaları şunlardır:
- İç mekanın aydınlatma şiddeti seviyesi
- Iç mekanda bulunan parlak yüzeylerin dağılımı
- Iç mekandaki ekipman büyüklükleri ve ışığı ne kadar yansıttıkları
- Iç mekandaki nesneler ve çevresindeki alan/arka plan arasındaki kontrast oranları
- Iç mekanlarda acil durumlarda görülmesi gereken nesnelerin ne kadar zamanda fark edildiği
- Iç mekanda yaşayan ya da o mekanı kullanan insanların yaşları

Çalışma eyleminde aydınlatmaya duyulan ihtiyaç insanın yaşı ilerledikçe özellikle artmaktadır. Buna göre 20-25 yaş arası insanların ihtiyaç duyduğu aydınlatma şiddeti çarpanını 1 kabul edersek; 40-50 yaş için 1,2; 51-65 yaş için 1,6; 65 yaş üzeri için ise 2,7 kabul edilmektedir.

Görüldüğü gibi insan bedeninin doğal ışık ve doğru aydınlatmaya olan ihtiyacı, sadece beğeniye ve basit açıklamalara indirgenemeyecek kadar önemli ve çok parametreli bir konudur. Algılarımızla verdiğimizi zannettiğim tepkilerin, aslında fizyolojimiz tarafından yönetildiğini unutmamamız gerekir. Bu bağlamda, yapı biyolojisince yürütülen yapı-insan sağlığı ilişkileri bilmemizin yanında gezegenimizi paylaştığımız ve varoluşumuzu borçlu olduğumuz tüm canlıların, doğal ışık ile olan yaşamsal ilişkilerini de tanımamız son derece önemlidir.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)