Doğaya Hakim Olmanın Değil, Doğayla Uyum İçinde Olmanın Zamanı!
Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İMAMOĞLU
3. Yeşil Binalar ve Ötesi Konferansı’nın açılış konuşmacılarından biri olan Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu konuşmasında doğayla barışık ve uyumlu kentlere vurgu yaptı.
Öncelikle herkesi saygı ile selamlıyorum. Bugün bu güzel konferansı düzenlemek için bir araya gelen kadınları gördüğüm için pozitif ayrımcılığı bir onur olarak kabul ediyorum. Belediyemizin bünyesindeki farklı dallarda görev yapan sanat küratörlerinin hepsinin kadın olduğunu fark ettik, kadın eli değdikçe her şey daha da güzelleşiyor, bu yüzden bu ortamda bulunmaktan keyif aldığımı belirtmek isterim.
Yeni nesil belediyecilik ile ilgili aktarımlarımla önemli bir husustan başlayarak giriş yapmak istiyorum. Türkiye’nin yaklaşık yüzde doksanı kentlerde yaşıyor ve bu yüzde oldukça tehdit edici. Çok fazla değil, bundan otuz, kırk yıl öncesinde yüzde elli beşin kırsalda, yüzde kırk beşin kentlerde yaşadığı bir oran vardı. Böyle bir durumda yeni neslin durumu iyi analiz ediyor ve çözümler üretiyor olması gerekiyor.
Bugün buraya gelirken Mimar Sinan’ın esir alınmış bir eserinin önünden geçerek geldim. Bilenler bilir Mimar Sinan’ın az sayıda köprü eserlerinden bir tanesi Haramidere’de olup, bu köprü Yakup Ağa Köprüsü olarak bilinir ve uzun yıllardan bu yana etrafı yollar ve kavşaklarla çevrilerek tutsak edilmiş bir durumdadır. Yanına yanaşabilecek bir alan bulmak mümkün değildir. Biz Mimar Sinan gibi bir değer ve efsanenin eserini göz göre göre trafiğin ortasına gömmüş durumdayız. Bana öyle geliyor ki Mimar Sinan’ın eserine ne pahasına olursa olsun sahip çıkarak, özelikle gelişmenin önünde bir sorunmuş gibi değil de o süreç içerisinde en değerli noktaya konulması gereken bir şehir üretmeliydik. Şu durumda tam tersini yaşadığımıza göre kentlerin geleceğini bir kez daha düşünmeye gerek duyduğumuzun altını çizmek istiyorum. Dolayısıyla plansız gelişme; kolaycılık, özensizlik, umursamazlık, eğitimsizlik eksik ve yanlış bir kalkınma anlayışıdır. Tüm bunlar tarihi ve kültürel değerlerin gözümüzün önünde insan eliyle yok ediliyor olmasının nedenleri arasındadır.
Ben aidiyet kavramını çok önemsiyorum, bugünkü ortamda yaşadıklarımızın en temelinde insanın kendisinin bir kente ait olma sorunlarının yattığını düşünüyorum. Yaşadığımız kenti benim kentim, bizim kentimiz olarak hissedemiyor olmamızın ne yazık ki belirleyici olduğunu düşünüyorum. İnsanlar yaşadıkları yere aidiyet duygusu geliştiremedikleri zaman o yerin sahibi de olduklarını düşünmüyorlar, sonuçta kendi çevrelerinde olup bitenlere sanki başka yerde oluyormuş gibi bir yaklaşım ortaya koyuyorlar.
Yaşadığımız kenti kimliğimizin bir parçası saymadığımız zaman olanları beni ya da bizi değil, başkasını, ötekini ilgilendiren meseleler olarak görüyoruz. Oysa kendimizi yaşadığımız yere ait hissetmek insanların tabiatında olan bir özelliktir. Buna güzel bir örnek vermek istiyorum. Ben doğduğumda doğduğum kentin nüfusu altı yüz bin imiş, İstanbul ise o tarihte üç milyon nüfusa sahipmiş. Bugün İstanbul on altı milyon nüfus ile bir metropol iken, doğduğum kentin nüfusunun yedi yüz binlerde olduğunu görüyoruz. Bu durum bir nevi büyük göç yaşayan Türkiye’miz de aidiyet duygusunun nasıl bir sıkıntıya uğradığının göstergesidir. Bu kentsel aidiyet kavramı yalnız bizde değil dünyanın birçok yerinde tartışılıyor. Bu nedenle derdi insan gibi yaşamak olan herkes, kendisini ister istemez kent kavramı ile derinden ilgilenmek zorunda hissetmeli.
Tarihsel olarak baktığımızda kent, insanın doğa üzerindeki hakimiyetinin bir parçasıdır; ama aynı zamanda kent, insanla doğa arasına giren bir organizmadır. Bu özelliği ile kent insanda yabancılaşma duygusu yaratan en önemli odaklardan bir tanesidir. Günümüzde insanoğlu doğa üzerindeki hakimiyetinin ağır bedelleri olduğunu öğrenmekte ve bununla ilgili araştırmalar yapmaya başlamaktadır. Bugün de aslında bir nevi bunun için buradayız. Artık doğaya hakim olmanın değil doğayla uyum içinde olmanın sürdürülebilir yaşam ve gerçek mutluluk adına başka bir yol olmadığı giderek çok daha iyi anlaşılıyor. Bu kavrayış kentlerimize, kentlerimizin sokaklarına, binalarına yeni bir göz ile bakmamıza sebep oluyor. Örneğin; sadece yediklerimizin, içtiklerimizin değil, yaşadığımız binaların da doğal olmasını istiyoruz. Kentlerimizde sadece yeşil alanlar değil, yeşil binalar da talep ediyoruz.
Kentlerimizin doğal olması konusunda büyük bir insani çaba içerisinde olmamız gerektiğini belirtmek ve bu noktada İstanbul’un en büyük kent içi parkını yapma talebimizi ve başlangıcımızı buradan duyurmak istiyorum.
Kentlerimizin bir insan gibi akıllı, erdemli ve yaratıcı olmasını istiyoruz. Bu nedenle kentlerimizi bu kavramlar ışığında yeniden şekillendirmeye çalışıyoruz. Henüz işin başındayız ama bütün bu arayışların insanların kentleriyle aidiyet kurma duygularına yardımcı olduğunu, insanların kentlerine tıpkı evlerine sahip çıkar gibi sahip çıktıklarını şimdiden görebiliyoruz. Bir yönetici olarak ben de en önemli görev alanlarımdan birinin kentlere aidiyet duygusunu oluşturmak, güçlendirmek, pekiştirmek olarak tanımlıyorum. Çünkü hiç bir güç insanların kentlerine kendilerinin sahip çıkması kadar etkili olamaz. İstanbul’da İstanbul’u dert eden dernek sayısı yok denecek kadar az. Bu yüzden Evimiz Beylikdüzü Derneği ile yeşil alandan, ulaşımdan, çevre sorunununa her hususta halkı harekete geçiren bir sivil toplum kuruluşu üretmeliyiz, noktasından hareketle güzel bir yapıyı başlattığımızı düşünüyorum.
Bugün kent dediğimizde yeni kavramların yeni perspektiflerin önümüze geliyor olması yönetim anlayışımızda bir yenileşmeyi zorunlu kılıyor. Tam da bu noktada adını yeni nesil belediyecilik dediğimiz ve bu yenileşme zorunluluğuna karşı geliştirilmiş bir yaklaşımı da belirtmek istiyorum. Bizim bu yaklaşımımızın merkezinde özen ve saygı olmak üzere iki kavram bulunmakta. Bir kenti yönetenlerin büyük ya da küçük demeden yaptıkları her işi özenle yapmak ve atacakları her adımı özenle atmak gibi mecburiyetleri var. Bir yöneticinin özenli olması demek işinin tüm taraflarına aynı değeri göstermesi demektir. Herkes işini iyi yapabilir ama işine özenmek başkadır.
Özenli bir yerel yönetim deyince ben, her şeyden önce insana, herhangi bir sebeple ayrımcılık yapmaksızın herkese eşit ölçüde özen göstermeyi anlıyorum.
Kentin havasına, suyuna, ormanına, toprağına, tarihine, kültürel çeşitliliğine, rengarenk canlılığına özen göstermeyi anlıyorum. Özenli yönetimden kentte yaşayan herkesin sesine kulak verebilen bir yaklaşımı gerektirdiğini anlıyorum. Bu sadece ahlâki bir sorumluluk, demokratik olgunluk meselesi değil, bu aynı zamanda çok rasyonel ve fonksiyonel bir yönetim biçimidir, çünkü bir kentin en değerli hazinesi insanlardır. Ama o hazineden yararlanmaya gönüllü olmak gerekir. Bu yüzden başkanlığa geldiğim gün görevime, ben bu kentin tek yönetimi değil moderatörü olacağım diyerek, herkesin tüm iletişim kanallarını kullanarak talepkâr olmalarını dileyerek başlamıştım ve şu anda bu dileklerimin karşılığını alıyorum.
Yeni nesil belediyeciliğimizin özenden sonraki en önemli kavramı saygı, saygı kavramı bize değerlerimizi hatırlatması ve netleştirmesi bakımından çok önemlidir. Saygı duyduğumuz ve herkesten saygı beklediğimiz şeyler bizim değerlerimizi oluşturur. Biz de Beylikdüzü yerel yönetimi olarak saygı duyduğumuz ve saygı beklediğimiz şeyleri ortaya koyduk ve dedik ki; biz emanete saygılıyız, yani bize teslim edilen kamu kaynaklarının, kamusal yetkilerin anlamını ve değerini çok iyi biliyoruz. Biz emeğe, doğaya, insana, kente saygılıyız. Bunlar bizim açımızdan edebi ifadeler veya içi boş sloganlar asla değil, bunlar bizim karar alırken önceliklerimizi belirleyen farklı çıkar ve taleplere karşı yolumuzu aydınlatan, kentin geleceğine dair vizyonumuzu şekillendiren, bizi doğru yolda tutan işaret taşlarıdır.
Tam da bu noktada size Zübeyde Ana Sosyal Yaşam Merkezi’mizden bahsetmek istiyorum. Şu anda kadınların günün her saatinde rahatlıkla gidip gelebildikleri, kırka yakın dersliği, çok amaçlı salonu, spor salonu olan bir yaşam merkezi oluşturduk. Bu merkezin kentli insanın yaşam kalitesini arttıracağına, özelikle yaratıcı sınıflar için muazzam bir çekim merkezi olacağına inancımız tam. Yeni nesil belediyecilik çoğunluğu yönetme ama azınlığın da var olma hakkının sonuna kadar savunulduğu ve korunduğu demokratik bir yönetim anlayışıdır.
Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi çatısı altında iken sözlerimi Mimar Sinan’ın yaşanmış bir hikayesi ile sonlandırmak istiyorum. Mimar Sinan, Selimiye Camii karşısında oynayan çocukların yanından geçerken küçük bir çocuğun arkadaşına: “Şu minare eğri yapılmış...” dediğini duymuş.
Mimar Sinan hemen küçük çocuğa: “Göster bakalım hangi minare eğri olmuş” deyince, küçük çocuk eliyle işaret ederek “Şu sağ taraftaki minare eğri” diye göstermiş.
Koca Sinan ustalara: “Bize bir halat getirin” demiş. İşçiler halatı getirerek bir ucunu minareye bağlamışlar. Koca Sinan küçük çocuğu yanına çağırmış ve “İşçiler şimdi halatı çekerek minareyi düzeltecekler. Minare düzelince sen tamam diyerek bizleri uyar” demiş.
İşçiler halatı çekmeye başlamışlar ve biraz sonra küçük çocuk: “Tamam düzeldi.” demiş.
Koca Sinan çocuğa: “Şimdi tamamen düzeldi mi?” diye sorunca, çocuk: “Evet düzeldi, şimdi daha güzel oldu, bak” diye cevap vermiş. Ustalar bu olanlara anlam veremeyince mimarbaşımız, sen herkesten iyi biliyorsun ki, minarede eğrilik falan yok o halde niçin düzeltmeye kalkıştın? Mimar Sinan ustalara dönerek şöyle demiş: “Bu küçük çocuğun kafasındaki minarenin eğriliğini düzeltmeseydik, çocuk caminin yanından her geçişinde güzelliğini görmeyecekti, kafasındaki minare eğriyken. Önlem alınmazsa, dedikodular aslı astarı olmasa bile iz bırakırlar. Böylece caminin adı da eğri minareli cami olarak yayılırdı.”
Mimar Sinan hiç bir kibir ve alınganlık göstermeden yaptığı eşsiz minarenin çocuğun içine de sinmesini sağlamıştır. Koca Sinan yüzyıllar öncesinden bize diyor ki; en doğrusunu, kusursuzunu da yapsanız, yaptığınız şeyin insanların içine sinmesini mutlaka önemseyin.
Mimar Sinan’ın işine ve insanlığa gösterdiği özen ve saygının hepimizin yolunu aydınlatması dileği ile sizleri saygı ve sevgi ile selamlıyor, bu güzel ortamda üretilecek düşüncelerin tüm dünya kentlerinin sağlıklı gelişimine katkıda bulunmasını diliyorum.