İlkeler, Dönüşümler, Kararlar ve Çok Fazla Laf Sürdürülebilir ve Adil Bir Ekonomi

Rahmi Aydemir
Aydemirler Proje A.Ş. İş Geliştirme Yöneticisi


Ücretlerin baskı altında olduğu ortada! Veriler ve anketler her iki kişiden birinin işsizlikle bir diğerinin ise işini kaybetme korkusuyla yaşadığını gösteriyor. Fakat tüketicilik anlayışındaki tablo biraz daha ters orantılı! Tüketicilik en azından tüm bu olan bitene göre biraz daha iyi durumda tabii bunun da bir bedeli var. Borç!  Borca dayalı harcamalar gün geçtikçe artıyor.

Bugün Dünya genelinde resesyonun yaşandığı zorlu bir dönemden geçiyoruz. Derler ki uzun süreli tekrarlı resesyonların sonucu ekonomik çöküş ve depresif bir toplumdur. Sanırım bunları yazmak için iyi derecede ekonomi bilgisine sahip olmaya gerek yok. Artık sokakta, trafikte, sosyal yaşamın akıp geçtiği her durakta toplumun tahammül eşiğinin aşıldığını görebiliyoruz. Ücretlerin baskı altında olduğu ortada! Veriler ve anketler her iki kişiden birinin işsizlikle bir diğerinin ise işini kaybetme korkusuyla yaşadığını gösteriyor. Fakat tüketicilik anlayışındaki tablo biraz daha ters orantılı!

Tüketicilik en azından tüm bu olan bitene göre biraz daha iyi durumda tabii bunun da bir bedeli var. Borç! Borca dayalı harcamalar gün geçtikçe artıyor. Gelir dağılımındaki eşitsizlik en yüksek göstergelerde; işin can alıcı noktası ise ekonomik büyüme denilen pik, zengin ve fakir arasındaki farkı açtı. Sorun şu ki sürdürülebilirlik destekçilerinin arkasında; (çevre, sosyal adalet, ekonomik büyüme ve refah kavramlarının) sermaye sahipleri ve onların yöneticileri bulunuyor.

Olan bitenden her zamanki gibi en  fazla etkilenen yine kazandığını ekonominin çarklarını yağlamak için kullanan gerçek emekçiler oluyor! Kime güveneceğiz noktasında tam bir teslimiyet ya da dar boğaz söz konusu. İşte depresif  toplum modeli böyle oluşturuluyor. Karar alıcılardan ise her yeni dönemde daha fazla ilke ve dönüşüm lafını duyuyoruz.  

Aşırı gelişmenin lanetine her zaman inanmışımdır. Özellikle bu gelişimi yalnızca tüketime bağlayan ve karşılığında değer üretmeyen toplumlar için bu lanet biraz daha hızlı gerçekleşir. Yerel ve ulusal politikalardaki yanlış ekonomik kararlar, bilinçsiz yatırımlar ise bu olay örgüsünün süsü olur!

2008’de ABD’deki  mortgage-kredi krizine dönüp baktığımızda benzer kısır döngüyle karşılaşıyoruz: “Müşteri mortgage acentesi ve beraberinde kredi veren banka ile tanışır; yatırım bankası bu portföyü satın alır ve bunu yatırımcılara satar. Yatırımcılar güvenli-temkinli-riskli olmak üzere bu müşteri grubunu kategorilendirerek bunu yine daha kârlı bir şekilde başka yatırımcılara aktarır. Bu sayede ev sahibi olan müşteri gruplarından gelen para ile kârlarına kar katarlar. Ancak bu tatlı para yatırımcıların iştahını arttırır. Daha çok portföy satın almak isteyen yatırımcılar için; mortgage acentesi müşteri yelpazesine riskli grubu da dahil eder ve bankalar risk değerlendirmesi yapmaksızın muslukları herkese açar! Bir süreden sonra riskli gruba dahil müşteri krediyi 
ödeyememeye başlar. Evler birer birer yatırımcıların elinde kalır, nakit akışı zayıflar. Bankalar ve yatırımcılar portföyü satmak ister, ancak ellerinden çıkaramazlar. Haliyle her kredi ipotekli bir evdir, ödenmeyen her kredinin sonucu ise yatırımcıya kalan bir ev!  Ev fiyatları düşmeye başlar… Kredisini düzenli ödeyen müşteri düşen ev fiyatlarına bağlı olarak kendi emlağının da değer kaybettiğinin farkına varır. Bu yüzden değerinden fazla krediyi ödemek istemez ve nakit akışı sağlayan, düzenli ödeme yapan müşteri de zarardan kurtulmak için evini ipoteğe teslim eder. Artık her taşınmaz arz fazlası birer canlı bombadır ve yatırımlar birer birer patlamaya başlar. “

2008 krizine yakın bir durum bugün Türkiye’nin inşaat ekonomisinde farklı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Yapılaşmadaki arz fazlalığı, fahiş fiyatlar ve faiz oranları bir yana, ödenmeyen müşteri kredilerine ek olarak  satılamayan emlaklar, inşaat firmalarının finansmanına balta vurmuş durumda! İnşaat yatırımlarına bağlı olan ekonomi artık göz boyayan 
sürdürülebilir büyüme kelimeleriyle aynı cümlede kullanılmıyor bile!

Bu anlamda er ya da geç ekonomilerde sonsuz büyümeye olan inanç  bu şekilde tükenmeye mahkum kalıyor…

Tüketim Toplumundan Kanaatkâr Topluma

Ekonomilerde özellikle her elli ila yüz yıllık dönemlerde bir yıkımın gerçekleştiği bu sayede yeni yaratıcı fikirlerin evrilmesi için bir kuluçka dönemine ihtiyaç duyulduğunu gözlemliyoruz. Schumpeter bunu yaratıcı yıkım olarak tanımlıyor. Sürdürülebilir ekonomilerde bu evrilmenin bir yıkım veya elek sürecine maruz kalmadan gerçekleşebilmesi mümkün… Yeşil ekonomi ya da sürdürülebilir ekonomi olarak tanımlanan kavram, küçülme yaklaşımı ile refahın daha olası, gerçekçi ve yıkımın daha da ötelenebilir olduğunu haklı gerekçelerle savunuyor.

Küçülme yaklaşımı gerileme olarak algılanabilir. Ancak küçülme Serge Latouche’ın  ifadesiyle tam olarak ekosistemin sınırlarını zorlamadan kanaatkar bir toplum yaratmak için ihtiyaç duyulan sürdürülebilir ve adil bir yaklaşımdır. Bu durum tüketim bolluğuna karşı  ihtiyaç duyulanı tüketmek; bolluğa karşı tasarruf ve  refah içinde yaşamayı amaçlıyor.
Yazı her ne kadar bir komunist manifesto gibi  görünse de en azından tüm bu gösteriş budalalığının sonu gelmesi için; ayakları yere  sağlam basan, hesap verebilir, şeffaf bir tasarruf ekonomisine ihtiyaç duyduğumuz ortada!

Sürdürülemez Ekonomi

Avcılık ve toplayıcılıkla uğraşan insanlık  13 bin yıl önce Tarım Devrimi ile ilk sosyo-ekonomik dönüşümünü yaşadı. Ardından bir asırdan biraz fazla yakın bir geçmişte sanayi devrimlerinden ilkini ve ardından son seksen yıllık süreçte son ikisini gerçekleştirdik. (Endüstri 1.0, 2.0 ve 3.0) 

Lokomotifin buharları, içten yanmalı motorlar, yalın üretim, Apple, Microsoft, IT derken bugün Endüstri 4.0’ın nimetlerinden faydalanmaya başlamış, hatta 5.0’ın konuşulduğu girişimleri büyük bir heyecanla takip etmekteyiz. Bugün üretim bandında kısacık bir kronolojiye sahip bizler için hammadde ve enerji krizi en büyük korkularımızı oluşturuyor. İşin komik tarafı ise ekonomik büyümenin ve refahın sonsuzluğuna olan inancımız!

Yaratıcı Yıkım

Schumpeter’e göre; kapitalist mekanizmayı çalıştıran ve çalışmasını devam ettiren; yeni tüketim maddeleri, yeni üretim metotları, yeni ulaşım metotları, yeni pazarlar, yeni endüstriyel örgütlenme tipleri, çeşitleridir ve bütün bunlar kapitalist teşebbüs tarafından yaratılmışlardır… Yeni milli pazarların veya dış piyasaların açılması; el sanatları atölyelerinden, yoğun ve büyük işletmelere geçiş, kapitalist sistemi durmadan, yorulmadan içinden bir ihtilal, yenilenme havasında tutmakta; bütün bu elemanlar gene devamlı olarak eski faktörleri yok etmekte, yenilerini yaratmaktadır. Bu ‘Yaratıcı Yıkım Gelişimi’ kapitalizmin esas temelidir; ister istemez her kapitalist teşebbüs er geç bu gelişime ayak uydurmak zorundadır. Kısacası Schumpeter’e göre ekonomilerin büyüme dönemleri yıkım ve yapım dönemleridir.



Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)