Kentsel Tasarım Aracı Olarak Sanat
Sokaklarda sürekli devam eden bir hareket ve bitmek bilmeyen bir beklenti havası var. Le Corbusier 1929 senesinde yayınladığı “The City of Tomorrow and Its Planning” adlı klasiğinde şöyle demişti: “Kalabalığı ve karmaşayı seviyoruz çünkü insanız ve gruplar halinde yaşamayı seviyoruz.”Le Corbusier bu tespitinde tabi ki haklıydı ve onun bu sözünden yaklaşık yüz sene sonra insanlar kırsal yaşamdan, neredeyse yüzde %70’in kentlerde yaşadığı bir duruma evrildi. 2050 yılında ise yaklaşık 6,5 milyar insanın şehirlerde yaşıyor olacağı öngörülüyor.
Kentleşmenin artmasıyla birlikte, şehirlerin, gelecekte de kullanılabilecek kamusal alanlar yaratmak için sanatçılara, mimarlara ve tasarımcılara duyduğu ihtiyaç da artık her zamankinden daha fazla. Günümüzde kamusal alanların, mahallelerin ve şehirlerin hızla bozulduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, sanat ve kentsel tasarım iş birliğinin önemini kabul etmek durumundayız. Kentsel alanlarda sanat yoluyla iyileştirmeye gitme yönündeki birleştirici yaklaşım, birbirinden farklı ve eşsiz tasarımların ortaya çıkmasını sağlıyor ve böylece halka açık, ilginç mekânların yaratılmasına ön ayak oluyor. Kaldırımın inşasında kullanılan malzeme, sokağa yerleştirilen bir mobilya, levhalar, trafik gibi her bir ayrıntı, bir bölgeyi fonksiyonel ve farklı kılarken, sanat ise bölgenin estetiğini tamamen dönüştüren bir tasarım unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Sanat kamusal bir mekâna görsel kimlik kazandırmaya yardımcı olmakla kalmıyor, kolektif olarak orayı şekillendiriyor ve tanımlıyor.
Kamusal sanat daha çok bir alan duygusu yaratmak ve bu duyguyu güçlendirmek için kullanılsa da, çevremizle olan ilişkimizi sorgulamak, bu konuda konuşmayı teşvik etmek, bilgilendirmek ve eğitmek için de kullanılabiliyor.Tarihi bir merkezi olan şehirlerde sanatın kullanımı, alanın yeniden canlandırılmasında bir katalizör işlevi görerek, kentsel çevrenin bozulmasıyla mücadele ediyor.
Kentlerin kamusal alanlarının verimliliği için yaratıcılık ve kamusal sanatın, tasarımın erken aşamalarına sürece dahil edilmesi gerekiyor.
Sanatın kentsel tasarım aracı olarak kullanımı giderek artsa da, hâlâ yeteri kadar yaygın değil. Bu ilişkinin güçlenmesi için, sanat algısının ve sanatın kentsel çevreye nasıl dâhil olduğu ve ne tür katkılarda bulunduğuna dair algının genişletilmesi gerekiyor.
Kamusal alanlar toplumun ve kültürünün bir yansımasıdır. Kentleşme ve küresel ekonominin entegrasyonu ile birlikte kentlere imaj oluşturmak önemli bir konu haline gelmiştir. Kentin imajı; kentin ruhu ve ayırt edici özelliğidir, kentin görüntüsünü tanımlayan estetik ve kültürel niteliklerdir.
Kamusal sanat, kentin sosyal, kültürel, ekonomik ve estetik değerine büyük değer katar. Kentsel tasarım ve kamusal sanat kentin kimliğine katkıda bulunur; ziyaretçilerin gelip kenti görmesini teşvik ettiği gibi, kentte yaşayanların da yaşadıkları yerden gurur duymalarını sağlar.
Sanat, bir mesajın aktarılmasında ya da geniş kitlelere yayılmasında önemli bir araçtır; yaratıcılık gücünü elinde tutar ve toplumun ilgilendiği bir değeri, konuyu ya da olayı estetik olarak ifade edebilir. Kamusal sanat herkes tarafından erişilebilir olduğundan, müzeler ve galerilerle sınırlı olmadığından, erişim alanı çok geniştir ve her şeyi içine alır.
İnsanı içine çeken ve tatmin duygusu veren kamusal sanat yoldan gelip geçenlerin zihninde bir iz bırakır; dolayısıyla, belli bir bölgenin görsel olarak akılda kalmasında önemli bir rol oynar.
Kamusal sanat insanları popüler bir buluşma noktasında ya da seyir yerinde bir araya getiren sembolik bir noktaya dönüşebilir; böylece insanlar arası etkileşimi tetikler.
Bir alanı, heykel, enstalasyon ya da benzeri biçimlerde dolduran bu sanat doğal olarak kültürel değer kazanır. Halka açık alanı harekete geçirip, değerini arttıran sanat eseri, kültürün sevilen ve sahip çıkılan bir parçası haline gelir.
Genelde yaratıldığı yere özgü olan kamusal sanat eserleri izleyicilere yaşadıkları yere dair daha geniş bir kavrayış sunar. Bu enstalasyonlar ya da sanat eserleri bir mekâna ya da bir bölgeye dair unutulmaz anılar yaratır.
Bu koltuklar sizi katılıma davet ediyor
Times Meydanı dünyanın en ikonik kentsel lokasyonlarından biri. Her gün 300.000’den fazla insanın geçtiği alanda yer alan ve UAP, Times Square Arts ve Mimar Jurgen Mayer’in iş birliğiyle yapılan XXX Times Square With Love insanların alanla etkileşim kurma biçimini değiştiriyor.
New York’un en yoğun kavşaklarından birindeki koşuşturmanın ortasında yer alan XXX, izleyicileri durup düşünmeye ve x biçimindeki yatar koltuklara yaslanıp, bu simgesel alanı farklı açılardan izlemeye davet ediyor. XXX muhteşem bir yapı; sizi, gelip geçen kalabalığın kakofonisi içinde dinlenmeye davet ediyor.
XXX, Times Meydanının papyon şeklindeki ünlü meydanına saygılarını sunarken bir taraftan da plazanın renkli geçmişine göndermede bulunuyor. Çalışma işe yarıyor çünkü hayatı kolaylaştırıyor, eğlenceli ve mekânla bağlantı kurmayı sağlıyor.
Saygı komşuluğu ayakta tutar
Şehir çapındaki sarmal eser güçlü mesajlar gönderiyor
Ai Weiwei’nin, New York’un beş ilçesini de içine alan, çoklu ortam çalışması, New York’ta yaşayanlara ve ziyaretçilere “saygı komşuluğu ayakta tutar” sözünü hatırlatıyor. Robert Frost’un Mending Wall adlı şiirinden ilham alan sanatçı, küresel göç krizinden yola çıkarak tasarladığı çalışmasında, insanları birbirinden ayırma yönündeki temel sosyal ve politik dürtü üzerine bir kez daha düşünmemizi sağlıyor.
Güçlü ikonik eserler olan Gilded Cage Doris (Friedman Plaza) ve Arch (Union Square Park), New York’un asırlardır göçmen alan bir kent olduğuna dair afişlerle birlikte yürütülen kampanyayla birlikte büyük bir ilgi toplamış.
Serginin en büyük başarısı, halkı “küresel mülteci krizi ve bizi bölmek isteyen siyasi ve sosyal güçler” konusunda açık ve dürüst bir sohbete dâhil etmek oldu. Çalışmaların bazıları, Viyana Mimarlık Bienali de dâhil olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde sergilenmeye devam ediyor.
Kamusal alanda renkli tecrübeler
Sadece tek bir resim izleyicinin duygularını tek bir bakışla tetikleyebiliyorsa, bina büyüklüğünde bir duvar resminin tüm şehir üzerindeki etkisini hayal edebiliyor musunuz?
Baltimore’dan sanatçılar Jessie Unterhalter ve Katey Truhn, kamusal alanlara görsel bir eğlence katarak sanat yoluyla insanların yaşamlarını renklendirmenin bir yolunu bulmuş gibi görünüyorlar. İkili, 2012’den bu yana heykeller ve büyük ölçekli duvar resimleri üzerinde çalışıyor, eserlerini bina köşelerinden zemine kadar indiriyorlar. Cesur renk kombinasyonları, doğadan esinlenen şekiller ve dokuma kumaşlarla deneysel işler çıkaran sanatçılar hareket ve simetri üzerinden keşiflere çıkıyor.
Jessie ve Katey, capcanlı duvar resimleri ile kamusal alanları renkli tecrübelere dönüştürüyorlar.
Zanaat eseri ile tasarım çözümü arasInda bir yerde
2019 Londra Tasarım Bianeli Paul Cocksedge tarafından yapılan Please Be Seated (Lütfen Oturun) adlı büyük ölçekli bir enstalasyona ev sahipliği yaptı. 17’inci senesine giren bianel, Londra’nın her tarafından gelen tasarımlara kapısını açıyor ve Londra’yı, büyük bir tasarım başkenti olarak tanıtmayı hedefliyor. Please Be Seated projesi, şehrin dört bir tarafından gelen ve uluslararası üne sahip bir dizi sanatçının sanatsal çalışmalarını, tasarımlarını ve performans bazlı işlerini bir araya topluyor.
Cocksedge, İngiltere’nin bugüne kadar ki en azimli enstalasyon çalışmalarından birini üreterek Broadgate’i dönüştürdü. İskele tahtalarından yapılan enstalasyon çalışmasında Paul Cocksedge, ARUP ve en son teknolojilerle çalışan iç mekân düzenleme şirketi White & White ile bina ahşabını yeniden düşünmek ve yeniden kullanmak için işbirliği yaptı.
“Enstalasyonun her bir açısı içinde bulunduğu çevreye ve hizmet ettiği fonksiyona uyumlu. Kıvrımlar, sırtınızı yaslayıp oturabileceğiniz yerler yaratmak için yukarı doğru yükseliyor aynı zamanda insanların altında gezebilecekleri ya da gölgelik bir yer bulabilecekleri bir alan yaratıyor. Enstalasyon, zanaat eseri ile tasarım çözümü arasında bir yerde duruyor. Meydanı kaplıyor ama bloke etmiyor,” diyor Cocksedge.
Broadgate için üretilen geniş ölçekli yapı, toplumun değişen ritmine cevap veriyor: Yapının kıvrımları oturacak yer ve altından geçilebilen bir alan sağlıyor, dolayısıyla Londra’nın en büyük yaya trafiğine sahip bölgesini daha da geliştiriyor.
Millenium Park’ta bir fasulye...
Gate, Hindistan doğumlu Britanyalı heykeltıraş Anish Kapoor tarafından dizayn edilmiş, Chicago’nun merkezinde bulunan Millenium Park içinde yer alan, bir kamusal sanat eseri. Kapoor’a göre bu eser bünyesinde bir felsefeyi de barındırıyor. Cloud Gate’te kendilerini görmeleri ve gökyüzünün yansımasıyla bu görüntünün birleşmesi insanları mutlu ediyor. Chicago şehrinin simgesi olmaya aday olan Cloud Gate, 10mx20mx13m ölçülerinde ve 100 ton ağırlığında, ruhani duyguları ve önemsizliği yansıtması için likit haldeki cıva görünümünden esinlenerek paslanmaz çelikten inşa edilmiş. Bölgenin en çok turist çeken yapısı olmayı başaran Cloud Gate, sahip olduğu şekil sebebiyle ”Fasulye” olarak da adlandırılıyor.
Cloud Gate, Chicago şehrinin tanıtımında kullanılan en önemli figürler arasında yer alıyor ve her yıl milyonlarca kişi Cloud Gate’i daha yakından görmek için bu bölgeye ziyaret gerçekleştiriyor. Yapının etrafında dolaşan kişiler özellikle altından geçtiklerinde sanki dünyanın üzerinde dolaşıyormuş hissine kapıldıklarını ifade ediyorlar.