“Benim Kriterim Fonksiyonel Bir Yapı Yapmak”
BRIGITTE WEBER
BRIGITTE WEBER
AKG Gazbeton Sponsorluğunda
Fotoğraf : Can Görkem Halıcıoğlu
Tasarım kriteri dediğimiz şey bence çok basit, önce fonksiyonları incelemek ondan sonra projenin olacağı bütün çevreyi incelemek gerekiyor; ancak tüm bunları bildikten sonra bir proje başlayabilir. Maalesef çoğu proje görsel olarak başlıyor. Biz ilk sunumda görsel sunmuyoruz, fikir ve arazide doğru yerleşim sunuyoruz... Doğru proje konuşmadan; renk, doku konuşmak bence yanlış, yani benim kriterim fonksiyonel bir yapı yapmak, bu da sürdürülebilirliğin bir konusu..
Brigitte Weber Architects olarak farklı ölçeklerde işlere imza atıyorsunuz, iç mimari projelerden yüksek yapılara kadar... Tasarımlarınızdan ve tasarım kriterlerinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Bence mimarlıkta ölçek yok, bu yüzden de projeleri küçük veya büyük ölçekli projeler diye ayırmıyorum. Her projenin kendine özgü özellikleri var; biz de projelerimizi o özelliklere göre seçiyoruz. Ben iç mimariyi ve mimariyi de birbirinden ayırmıyorum, benim için onlar da tek bir konu. Bir mimari proje yapıyorsak onun iç mimari projesini de yapmak istiyoruz. Bazı mimarlar iç mimari proje yapmak istemiyorlar veya bazı iç mimarlar ben mimar değilim diyorlar bence bu yanlış bir yaklaşım; çünkü tek bir tema sonunda bir yerde birleşiyor. İnsanların yaşam tarzını öğrenmek için sadece yapı inşaa etmek yeterli değil, son projeye kadar içerideki hareketleri incelemek gerekiyor ve bu da iç mimari konulara hakim olmayı gerektiriyor.
Büyük konut projelerinde tüketici kullanımı üzerine yapılan araştırmaya göre eğer küvet yoksa insanlar duş alırken daha az su tüketiyorlar.
Peki tasarım kriterleriniz neler?
Tasarım kriteri dediğimiz şey bence çok basit, önce fonksiyonları incelemek ondan sonra projenin olacağı bütün çevreyi incelemek gerekiyor; ancak tüm bunları bildikten sonra bir proje başlayabilir. Maalesef çoğu proje görsel olarak başlıyor. Biz ilk sunumda görsel sunmuyoruz, fikir ve arazide doğru yerleşim sunuyoruz, bu durum bazen insanlara yetersiz geliyor, çalışılmadığını düşünüyorlar. Doğru proje konuşmadan; renk, doku konuşmak bence yanlış, yani benim kriterim fonksiyonel bir yapı yapmak, bu da sürdürülebilirliğin bir konusu. Doğru bir yapı uzun seneler doğru kullanılır, yanlış bir fonksiyon varsa işverenler veya sonraki kullanıcılar sürekli yapıyı değiştirmek zorunda kalır. Maalesef Türkiye’deki briefingler çok yetersiz, biz sıkı bir şekilde briefing rica ediyoruz ve briefing olmadan işe başlamak istemiyoruz; kısaca yatırımcının ne istediğini başından bilmek istiyoruz. Bu da çok istenmeyen bir durum çünkü briefing hazırlamak zor bir iş. Arsayı alıp siz ne düşünüyorsunuz, burada ne yapılabilir diye bize soruyorlar, Türkiye’de meslekler karışıyor, mimar her şeyin sorumlusu olarak görülüyor, tabi bu doğru bir şey değil, yurt dışı tecrübem olduğu için biliyorum, orada konunun uzmanları var. Burada da bizim bir sürü danışmanımız var; ama danışmanlar taşın altına elini koymaktan çekiniyorlar ve yatırımcılar da danışmanların söylediklerini her zaman yapmıyorlar. Bu bir zorunluluk haline getirilirse, o zaman yapılar çok daha düzgün ve düzenli yapılabilir diye düşünüyorum.
Sizce mimarlığın sürdürülebilirlik ve ekolojik boyutu nedir?
İlk olarak gereksiz bir yapı yapmamak ve ihtiyaca göre hareket etmek lazım, insanlar her yerde yapı yapma ihtiyacı duyuyor, bu bence insanın doğasında olan fakat yanlış bir şey çünkü ihtiyaçlara göre yapı yapmak lazım. Konuta ya da ofise ihtiyaç yoksa yapmayalım, neden yapıyoruz? Bu ülkede, şehirlerde, mahallelerde neye ihtiyaç var, öncelikle bunu araştırmamız gerek. Ekoloji için ilk adım eğer ihtiyaç yoksa yapı yapmamak, ondan sonra eğitime ağırlık vermemiz gerekiyor. Türkiye’de bu da eksik, sürekli karşılaştırmak istemiyorum ama eksikleri görmemiz açısından karşılaştırma yapmakta gerekiyor, Avusturya’da biz anaokulundun itibaren ekoloji dersi aldık; çöpleri ayırt etmemiz, yerlere bir şey atmamız, pencereleri karşılıklı havalandırmamız gibi çok basit şeyleri bize çocukken öğrettiler. Bazı şeyleri küçük yaşlarda öğrenmek gerek; çünkü sonra elli, altmış yaşlarında yatırımcılara çok zor öğretiyoruz.
Son zamanlarda LEED, BREEAM reklam aracı ve kazanç kaynağı olarak kullanılmaya başlandı. Sektörde projeleri aday olarak lanse ediyorlar, aday; olmayan bir şeydir, proje aday olabilir ama sertifikayı alamayabilir, burada ben problem olduğunu düşünüyorum, reklamı kötü amaçlı kullanıyoruz. Bu durum daha net test edilmeli ve kontrol edilmeli.
Konuta ya da ofise ihtiyaç yoksa yapmayalım, neden yapıyoruz? Bu ülkede, şehirlerde, mahallelerde neye ihtiyaç var, öncelikle bunu araştırmamız gerek. Ekoloji için ilk adım eğer ihtiyaç yoksa yapı yapmamak...
Günümüzde çevre duyarlı yapı malzemelerine ulaşmak mümkün. Bunların piyasa kabulü konusunda ve Türkiye’deki durumu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?
Ben yirmi sene önce çok zor bir dönemde Türkiye’ye geldiğimi düşünüyorum; çünkü bir takım gelişmeler başlamıştı; fakat elimizdeki malzemeler yetersizdi. Ben bambaşka bir anlayışla Türkiye’ye geldim; fakat tasarım ve mimari anlayışımı başka bir anlayışa sokmak zorunda kaldım çünkü benim alıştığım detayları uygulamak mümkün değildi, alıştığım malzemeler burada yoktu. Şimdi öyle bir duruma geldik ki her şey var, yoksa da getirtebiliriz ancak bence sıkıntı başka bir yerde, uygulama problemlerimiz hala devam ediyor. Siz en iyi yalıtımı, ısıcamı kullanabilirsiniz; ama eğer bu doğru yapılmıyorsa ve takip etmiyorsanız, o zaman bunun hiçbir faydası olmaz ve boş yere para harcamış olursunuz. Bunun için biz, yatırımcılarla her zaman net kararlar veriyoruz, malzemenin uluslararası sertifikası olup olmadığını sorguluyoruz; çünkü test yapmak için laboratuvarlar Türkiye’de kısıtlı. Yerli bir malzemenin ne kadar geçmişi olduğu, hangi tesislerde yapıldığı, yurtdışında mı yaptırıldığı önemli. Ayrıca şantiyelerde binlerce işçi çalışıyor; fakat eğitimsiz, Türkiye’de meslek okulu önemli bir eksiklik, bu yüzden çalışan işçiler malzemeleri doğru kullanamıyorlar. Örneğin yapıştırıcı kullanmak kolay bir iş değil, o yapıştırıcı için öncelikle temizlik yapılması, malzemenin belli bir süre havayla temas etmesi ve belli bir süre beklemesi gerekiyor. Kısaca meşhur silikonumuzu bile düzgün süren görmedim, düzgün süren insanlar var tabi, sanki özel insan arar gibi onları arayıp buluyoruz.
Çevre duyarlı bir malzeme olarak gaz betonun artı ve eksilerinden bahsedebilir misiniz?
Gaz betonun pozitif yanları var, öncelikle hafif bir malzeme ve hafif bir malzeme olduğu için de tuğladan çok daha az problem yaşıyoruz. Ayrıca ısı değerleri muhteşem ve bitiş malzemesi olarak kullanıldığında da akustik bir yalıtım değeri de var. Ben gaz betonu görüntü olarakta çok seviyorum; özellikle yükü azaltmaya çalıştığımız için de gaz beton mükemmel bir malzeme.
“Tasarımının binbir yüzü” etkinliğinde yaptığınız konuşmanızda “projelerimizde en dikkat ettiğimiz unsurlardan bir tanesi, işin başında neyi taahhüt ediyorsak sonunda da aynı şekilde işi teslim etmemiz” demiştiniz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Bir mimarın hem mimari hem iç mimari hem de peyzaj ile ilgili düşüncelerinin olması lazım. Arazi gelişimi öncesinden başlayıp, son kapı kolu takılana kadar takım içinde olmak ve geri dönüşümleri de almak gerekir diye düşünüyorum. Bundan dolayı biz; mimari proje, iç mimari proje, mesleki kontrollük ve malzeme onayları gibi tüm sürecin içinde olmak istiyoruz. Yaptığımız proje son projemiz olmadığı için olası sorunları bir sonraki projelerimizde tekrarlamamaya çalışıyoruz, bu yüzden de son kullanıcının geri dönüşlerini alıyoruz ve bu bizim için çok önemli. Aslında bunun yatırımcı için de sağlıklı bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Kısaca biz takım olarak projeye başlarken neyi taahhüt ettiysek sonunda da aynı şekilde işi teslim ediyoruz ki sosyal bir sürdürülebilirlik sağlayabilelim.
Özellikle sosyal sürdürülebilirlik konusu Avrupa’da gündemde olan bir konu. Günümüzde mimarlık konusu belli bir seviyeye ulaştı zaten ve görsel olarak kötü tasarlanmış bir bina artık kabul görmüyor. Sürdürülebilir mimarinin devamında sosyal bir sürdürülebilirlikten bahsediyorsak, o binalara taşınacak insanların da yirmi yıl orada yaşamaları ve oraya sahip çıkmalarını sağlamamız gerekir. Yaşadığımız yeri terk etmeden oraya sahip çıkmamız gerekiyor, buna da sosyal sürdürülebilirlik diyoruz. Ben kendimi bir yere ait hissediyorsam orası için savaşmalıyım.
Avrupa’yı taklit etmeden kendi fikirlerimizle geri dönüştürülebilir malzemeler üretmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Peki siz kendinizi İstanbul’a ait hissediyor musunuz?
Kesinlikle. Hayatımın çok büyük bir kısmını, yaklaşık yirmi senemi burada geçirdim ve artık “Avusturya uyruklu İstanbul’luyum” diyebiliyorum.
Bu sayımızda “Su verimliliği ve Islak Hacimler” konusunu mercek altına alıyoruz. Bu bağlamda ıslak hacimler olarak tanımladığımız banyo ve mutfak tasarımlarınızda dikkat ettiğiniz unsurlar nelerdir?
Duş ve küvet tasarımlarının farklı ergonomik yönleri var; ancak özellikle Türkiye’de daha az küvet daha fazla duş kullanmaya çalışıyoruz. Çünkü; büyük konut projelerinde tüketici kullanımı üzerine yapılan araştırmaya göre eğer küvet yoksa insanlar duş alırken daha az su tüketiyorlar. Banyo bataryalarında ise batarya üreticileri çeşitli yöntemler geliştirdiler, aynı su basıncıyla saniyede daha az su akışı sağlıyorlar. Konfordan ödün vermeden su tüketimini azaltmamız gerekiyor ve kullandığımız suyun nereden gelip nereye gittiğine de önem vermemiz gerekiyor. Kullanılan suyu gri su olarak değerlendirmek çok önemli, Türkiye’de insanlar su ile ilgili problemleri geçmişte yaşadılar ve hala yaşıyorlar. O yüzden de İstanbul’da su deposu olmayan bir yerde yaşamak istemiyorlar.
Sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam için iç mekan kalitesi çok önemli. Bu bağlamda sizin kullanmayı tercih ettiğiniz ve en çok sevdiğiniz malzemeler nelerdir?
Tabiki doğal malzeme kullanmak istiyoruz; ama bu doğal malzemeler nasıl yapılıyor, nereden geliyor, nasıl bir üretimden geçiyor? bunlar çok önemli. Doğal bir malzeme diye düşünüp çok zor yetişen bir ağaçtan parke yapmamamız, kontrollü kesilmiş ağaçlardan yapılmış malzemeleri kullanmamız gerekiyor.
Yurt dışından getirdiğimiz malzemelerin içeriği ve ne şekilde üretildiği hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz; ancak Türkiye’de böyle bir sistem henüz yok. Sürdürülebilirliğe karşı bazı projelerde uzak bir yerden malzeme getirmek zorunda kalıyoruz ve eleştiriliyoruz; ama insan sağlığı söz konusu olduğunda ciddi normlar dışında sertifikaları kabul etmememiz gerekiyor.
Doğal taş ise her zaman kullanışlı bir malzeme değil, doğal taşın belli bir miktarı var dünyada ve bir gün bitecek. Doğal taşı özellikle büyük projelerde çok dikkatli kullanmalıyız. Bu yüzden biz geri dönüştürülebilir malzemeleri her yerde tercih ediyoruz ama Türkiye’de geri dönüştürülebilir malzemelere çok açız, Avrupa’yı taklit etmeden kendi fikirlerimizle geri dönüştürülebilir malzemeler üretmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak sizce 2015’te iç mekanlarda öne çıkan trendler neler olacak?
Tasarımlar mekanların foksiyonlarına göre değişiyor. Örneğin banyolarda büyüme söz konusu çünkü insanlar hamam kültüründen geliyor, bu kültür unutulmuştu ancak şimdi tekrar yaygınlaşmaya başladı. Küçük dairelerde de mutfaklar büyüyor; çünkü yemek yaparken insanlar artık birlikte yemek yapıyorlar.
Malzeme konusunda ise trend budur demek zor, her mimarın farklı bir tarzı ve kriteri var ama doğal dokular her zaman devam edecek diye düşünüyorum. Bence artık parlak, suni, hightec malzemelere çok uzun süre geri dönmeyiz, insanlar gösterişten biraz vazgeçiyorlar, biraz daha yaşama uygun evleri tercih ediyorlar. Günümüzde insanlar daha rahat yaşamaya başladılar ve ihtişamdan ziyade yaşayacakları bir yuva arayışındalar.