Bizim Uzmanlığımız Fikri İşler Üretmek...
Teğet Mimarlık, Mehmet Kütükçüoğlu Röportajı
Kasso sponsorluğunda hazırlanmıştır.
Teğet’ten hiçbir zaman herhangi bir tasarım çıkmaz, öyle bir şey mümkün değildir. Sadece bizim kabul edebileceğimiz sınırlar dahilinde işler çıkar. Teğet kolaboratif bir çabanın sonucudur.
Mehmet bey öncelikle sizi ve ofisinizi kısaca tanımak isteriz. Ofis yapılanmanız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ofisimizi 1996 yılında Kerem Yazgan ile birlikte Ankara’da kurduk. 2000 yılında benim ofisi İstanbul’a taşımam sonucunda ortaklık yapımız değişti. Kerem Yazgan ortaklıktan ayrıldı ve Ertuğ Uçar ile yeni bir ortaklık yapısı oluşturduk. Ofisimizde yarı akademik bir bakış açısına ve çalışma anlayışına sahibiz zaten ofis ile paralel benim her zaman bir de akademik uğraşım olmuştur. Bizimle çalışan arkadaşlarımızın çoğu aynı zamanda bizim öğrencilerimizden oluşuyor. Onlarla ilişkimiz okulda başlayıp ofiste devam ediyor diyebilirim. Biz her yeni projeyi bir araştırma konusu olarak ele alıyoruz. Araştırma diyorum çünkü eğitim dediğimizde sanki ben insanlara öğretmeye çalışıyormuşum gibi bir algı oluşuyor. Ben okulda da öğrencilerimle öğreten şeklinde bir ilişki kurmuyorum, daha çok beraber deneyimliyoruz ve ben oradaki koordinasyonu sağlıyorum. Ben de onlarla beraber sürece katılıyorum.
Teğet’ten hiçbir zaman herhangi bir tasarım çıkmaz, öyle bir şey mümkün değildir. Sadece bizim kabul edebileceğimiz sınırlar dahilinde işler çıkar. Teğet kolaboratif bir çabanın sonucudur. Senelerce bir arada yoğrulup, birbirini dönüştürerek ortaya çıkan bir hamur, bu nedenle takip edilebilecek, kolaboratif, işler üstü bir anlayış türeyebiliyor.
Projelerinizdeki çeşitlilik ofis süreçlerinize nasıl yansıyor. Bina tipolojileri üzerine uzmanlaşmak hakkındaki görüşünüz nedir?
Uzman mimar konusu aslında piyasada var olabilmenin bir yöntemi, bir konunun uzmanı olup, konu hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz, müşteriler sen daha önce bunu yaptın mı diyor ve o tecrübeyi arıyor. Ben mimari alanda herhangi bir tipolojide uzmanlaşmanın kendini daha rahat pazarlama ve işini daha rahat yapma yöntemi olduğunu düşünüyorum. Her şey olamayız elbette her konu hakkında detaylı bilgi sahibi olmamız da mümkün değil. Ama o konuyu araştırma kabiliyetine sahibiz, dolayısıyla belki de araştırdıktan sonra uzmanlarından daha büyük bir enerji ve inisiyatif koyabilecek noktaya gelebilir, belki de çok ufuk açıcı bir bakış açısı geliştirebiliriz ve ben bunlardan mahrum bırakılmamalıyım diye düşünüyorum. Dolayısıyla hiçbir zaman belli konularda uzmanlaşayım diye bir derdim olmadı. Bu nedenle de bazı işleri yapmıyoruz. Mesela, AVM, hastane gibi. Bizim uzmanlığımız fikri işler üretmek…
Bu kadar proje tipolojisi arasında sizi en çok heyecanlandıran hangisi?
Aslında konu değil ortam ve bağlam bizi heyecanlandırıyor. Mesela bir kentin belli bir bölgesinde farklı bir proje üretmek gibi. Tipoloji olmak zorunda değil, yer ve ortam bazen daha çok harekete geçirebiliyor beni. Örneğin şu anda sektörümüzde bir kriz olmasına rağmen biz çok ilginç konular üzerinde çalışıyoruz ve hepsi bizim için son derece heyecan verici çalışmalar. Benim açımdan en tatmin edici konu yeni şeyler denemek…
Sürdürülebilirlik kavramına gelecek olursak: Dünyada ve ülkemizde son yıllarda daha fazla üzerinde durulan sürdürülebilir yapılar hakkında ne düşünüyorsunuz? Buna istinaden yeşil bina sertifika sistemlerini nasıl yorumlarsınız?
Benim düşünceme göre 3000 senedir yapılan iyi yapı ve yerleşimler zaten sürdürülebilir, yeşil ve akıllı… Yapıları böyle etiketleyerek değerini yükseltmek aslında önemli bir durum. Çünkü bir yandan da kaynaklar hoyratça kullanılıyor ve sonuna gelmiş durumdayız, artık herkesin daha dikkatli olması gerekiyor. Bununla beraber popüler kavramlar insanların dikkatini çekerek belli bir algı seviyesine ulaşmalarını sağlıyor, sertifika sistemlerini bu açıdan da anlamlı buluyorum. Biz de zaman zaman sertifika alan projeler yapıyoruz, biliyorum ki bu süreçte bir sürü gereksiz bürokratik işle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz. Ve kimse de bunun karşılığını vermek istemiyor. Bu kavramlar bürokrasiye indirgenemeyecek kadar önemli, işin daha başlangıcında ve inanarak uygulanması gereken kavramlar.
Yapıyı arsaya nasıl konumlandırdığınız, rüzgârla, güneşle, toprakla, yerle ilişkisini nasıl kurduğunuz, suyu nasıl getirdiğiniz nasıl dolaştırdığınız gibi konuları içten bir şekilde dert etmek gerekiyor. Ondan sonra bürokratik sürece dahil olalım, revizyon gerekiyorsa yapalım. Bazı projelerin gerçek anlamda içselleştirerek sertifika almasının yanı sıra bazıları o konuda içgüdüsel bir şey geliştiremeden alıyor sertifikaları. Kısacası sertifika sistemlerinin önemli olduğunu ancak her şey olmadığını düşünüyorum. Bizim işimiz başlarda anlattığım konular ve onlarla uğraşırken mutlu oluyoruz. Sonrasında konunun uzmanları gelsin sertifikayı alsın hatta malzeme seçimlerinde değişiklik yapmamız gerekiyorsa yapalım. Ama işin temeli bizi daha çok heyecanlandırıyor.
Müzeler; düşüncesine, girişimine ve objesine has bina tipolojileridir.
Bu sayımızda dosya konumuz Müze Mimarisi, bu konudaki görüşlerinizi almak isteriz.
Müze yapısı denildiğinde en fazla çeşitlenebilen ve en farklı teçhizatla donatılabilecek bina tipolojisi ve mekân olarak algılayabiliriz. Bir açık hava müzesinden tutun da çok hassas papirüsleri korumak için aşırı nem ve sıcaklık kontrolü yapmanız gereken müzeler, koleksiyonu çok belirgin olan müzeden koleksiyonu hiç belirgin olmayan, sürekli kendini dönüştürmek ve değiştirmek durumunda olan, daha esnek tip mekânlara sahip müzeler gibi. Hatta bir evin odası ya da dev gibi bir hangar bile müze olabilir. Aslında müzenin konusu onu dikte ettiriyor. Bu konuyu homojenleştirip ortalama bir mekân tipi, hissiyat ve teknoloji olarak algılamayı doğru bulmuyorum. Müzeler; düşüncesine, girişimine ve objesine has bina tipolojileridir.
Malzeme mimarlığın en önemli girdilerinden bir tanesi. Sizin için malzeme nedir, malzeme seçim süreçleriniz nasıl işliyor? Sürdürülebilir malzeme tedariki konusunda sıkıntı yaşıyor musunuz?
Mesleğe ilk başladığımız yıllarda yeni malzemeler deneme hevesindeydik. Ve bu heves başımıza türlü belalar açtı diyebilirim. Bu bizim hatamız da değildi üstelik, yeni bir malzeme çıkıyor onu deniyoruz ama aslında o malzeme hiç de bizim beklentilerimizi karşılamıyor. Ya da bir malzeme seçiyoruz ama müteahhit tarafından onun başka bir versiyonu kullanılıyor.
3000 senedir yapılan iyi yapı ve yerleşimler zaten sürdürülebilir, yeşil ve akıllı…
Eskiden bir yörenin bir mimarı ve o yörenin yüzyıllardır kullanılan malzemesi vardı. Onu kullandığında zaten sana malzemenin davranışını anlatıyorlardı. Şimdi ise bir yığın malzeme var, herkes geliyor kendi malzemesini anlatıyor, alıp kullanıyorsunuz ama bir sorun çıktığında kimseye ulaşamayabiliyorsunuz.
Bence bu malzeme çılgınlığının bir regülasyonu olması gerekiyor. Bir malzemeci bana bir ürün öneriyorsa arkasında benimle beraber sonuna kadar durmalı ve bir problem çıktığında onu çözüme ulaştırmalı. Ben bir mimar olarak müşterime problem yaşatsam onu bilabedel kendi çabamla düzeltirim. Bu bir meslek ahlakı meselesi.
Malzeme konusunda başka bir tespitimi daha paylaşmak istiyorum. Türkiye dışında bir malzemeyi görüyoruz gayet güzel uygulanıyor ve biz de hevesleniyoruz, kullanmak istiyoruz ama o malzemeyi doğru uygulayabilecek kimse yok. Konu malzemenin niteliği ile bitmiyor. Problemli bir konu malzeme meselesi... Tabii ben demiyorum ki taş, ahşap ve betondan başka malzeme kullanmayalım, böyle bir şey olamaz elbette.
Türkiye inşaat yapımı konusunda çok yoğun olmasına rağmen malzeme sektörünün az gelişmiş olduğunu düşünüyorum. Tamam her türlü malzeme geliyor ancak kültürü henüz oluşmuş değil. Yani sadece bir yığın var. Bu kültürün oluşması gerekiyor.
Popüler kavramlar insanların dikkatini çekerek belli bir algı seviyesine ulaşmalarını sağlıyor, sertifika sistemlerini bu açıdan da anlamlı buluyorum.
Günümüzde mimarlar inşaattan çok kopuk her şey ayrışmış durumda. Mimar bürodan çok fazla sahaya çıkmayan iç mekân çalışanı haline geldi. Ekran başında sürekli detay çizen bir mimar onun üretimini görmeden nasıl doğru detay çizebilir. Bence mimarları inşaata yaklaştırmak gerekiyor. Mimarlık aşırı bir görselleşmeye dönüştü sanki madde yokmuş gibi görsel bir işe dönüştü. Mimarların teknolojiyi bu kadar sömürmesinin iyi bir şey olduğunu düşünüyorum ama biraz fazla yüzeyde kaldı gibi geliyor bana. Mimarların da en büyük zorluğu bu, sahadan kopunca malzeme ve onun performansı gibi konuları izleyip deneyimleyemiyorlar.
Kullanmayı en çok sevdiğiniz malzemeler hangileri?
Zaman zaman değişiyor, son zamanlarda ahşap ile çalışmayı çok seviyoruz. Ahşap; konstrüksiyon, cephe, doğrama, dekorasyonda kullanılabiliyor. Aslında tek bir malzeme ile bütün mekânı kurgulayabiliyorsunuz ve bu bizim çok ilgimizi çekiyor. Bir de çok hafif bir malzeme yani konstrüksiyon malzemesi olarak beton ve çeliğe kıyasla en hafifi. Malzeme konusu çok çeşitli ve bu konuya belli klişelerin ötesinde bakabiliyor olmak önemli. Betonlaşma gibi kötü bir laf var mesela, beton bizim en çok kullandığımız malzemelerden bir tanesi, düşünsenize sizin en çok kullandığınız malzeme sürekli kötüleniyor.
Özgürce üretmek istediğiniz bir proje hayaliniz ve bu hayalin bir hikayesi var mı?
Sınır olmaksızın bir düşünce türetmek zor aslında. Zaten hep hayalimdeki işlerle uğraşıyorum. Kendi kendimle kalmayı pek istemezdim çünkü bir çerçeve olduğunda düşünce daha kolay harekete geçiyor. Kendim için bir şey yapacak olsam güzel bir atölye, çalışma mekânı yapardım, aynı zamanda içinde yaşayabileceğim bir mekân.