Yaptığımız Projelerin Bu Dönemi Yansıtmasına Çok Dikkat Ediyoruz
BÜLENT GÜNGÖR
B-DESIGN
KASSO Mühendislik Sponsorluğunda
Her sektörden çeşitli fonksiyonlarda projeler yapıyoruz ve bu kadar çeşitlilik içinde tek bir kararla hareket edemiyorsunuz, onun için biz de her konuyu kendi içinde kendi özelliklerine göre değerlendiriyoruz. Kendi lokasyonuyla, kendi coğrafi özellikleriyle, mevcut bir yapıysa o mevcut yapıyı kendi koşullarıyla değerlendirip ona uygun bir tasarım kararı veriyor, konseptini ona göre belirliyoruz.
Projelerinizde eski yeni, doğal endüstriyel gibi kontrastlar göze çarpıyor. Projelerinizden ve tasarım kriterlerinizden bahsedebilir misiniz?
Sorudaki çeşitlilik aslında gerçekteki çeşitlilik... Her mimara olduğu gibi bize de her sektörden çeşitli fonksiyonlarda projeler geliyor; konut, eğitim yapısı, fabrika binası, restoran-cafe projeleri gibi ve bu kadar çeşitlilik içinde tek bir kararla hareket edemiyorsunuz, onun için biz de her konuyu kendi içinde kendi özelliklerine göre değerlendiriyoruz. Kendi lokasyonuyla, kendi coğrafi özellikleriyle, mevcut bir yapıysa o mevcut yapıyı kendi koşullarıyla değerlendirip ona uygun bir tasarım kararı veriyor, konseptini ona göre belirliyoruz. Özellikle mevcut binayı değiştirdiğimiz projelerde iki tane seçeneğimiz var; ya yapının mimarisini kendisi gibi kabul edip onun içine koyduğunuz herşeyi bu çağın elemanları gibi değerlendiriyoruz ya da özellikle içinde vakit geçirilen yapılarda -cafe, restoran gibi- yapının o dönemini andıran bir dekorasyon, bir mimari konsept geliştirmeye başlıyoruz. Özetlemek gerekirse, yaptığımız projelerin yüzde doksanının bu dönemi yansıtmasına çok dikkat ediyoruz.
Türkiye’nin başlıca tarihi binalarının restorasyon ve uygulama kontrolörlüklerini gerçekleştirmektesiniz. Mevcut bir bina sürdürülebilirlik ilkelerine göre revize edilebilir ancak ekonomik / ekolojik verim dengesi sizce nasıl olmalı? Ayrıca sürdürülebilir teknolojilerin tarihi yapılara adaptasyonunda nasıl bir yol izlenmeli?
Önemli bir konu ve bu konuda şunu atlamamak lazım; özelikle tarihi binaların kendi yapım dönemlerinden ve o zamanki yapım teknik ve malzemelerinden dolayı hepsi çok kolay dönüşebilir yapılardır, doğayla uyumları muhteşemdir, hepsi organik yapılardır. Doğal malzemelerle yapılmışlardır; taş, demir, tuğla, ahşap gibi... yani yapısal sürdürülebilirlikleri mutlaka vardır. Bu günün teknolojisinde konfor şartlarını sağlamak için yapılacak ilavelerde yüzde yüz aynı malzemeleri yani taş kullanılmışsa taş, mermer kullanılmışsa da mermer kullanıyoruz. Ayrıca ben doğal taşçıyım, ahşabı da bir kenara koyuyorum ama ahşaptan daha çok doğal taşı kullanmayı seviyorum. Bunun bir ekolojik sebebi var bir de doğal taş gibi insan enerjisini nötürize eden başka bir malzeme ben tanımıyorum. Uygulamalarını yaptığımız yapıların da çoğunluğu on dokuzuncu yüzyıla ait, dolayısıyla hepsinde doğal malzemeler çok yoğun bir şekilde var ve onlarla bunların hepsini tamamlıyoruz.
Bu işin malzeme kısmı idi, gelelim konfor şartlarına, en zorlandığımız bölüm bu. Konfor şartları derken teknolojik konfor, havalandırma, su tesisatları yani teknik ihtiyaçlardan bahsediyorum; çünkü esas sürdürülebilirlik bunlarla sağlanıyor. Bunların hepsi teknoloji ve enerji isteyen ayrıntılar ve bunların sürüdürülebilir olmalarını sağlamak ise tarihi yapılarda çok zor. Birincil zorluk mekansal zorluklar çünkü sürdürülebilir enerji teknolojilerini bu tarz binalara yerleştirmek çok zor; öyle mekanlar yok, öyle hacimler yok, cephesi standart bir cephe, gölgeleme, ışık kontrolü yapamıyorsunuz... Bu zorluğu şu şekilde aşıyoruz; yeni sistemde bütün kullandığımız enerji borulamalarını tamamen açıktan geçiriyor, hiç bir şey saklamıyoruz, duvar kırıp altına boru gizlemiyoruz ve malzeme konusunda da problem yaşamıyoruz. Bu tip enerji dönüşümü ile ilgili problemleri bahçeli, etrafı serbest olan yapılarda sağlayabiliyoruz ama bitişik nizam şehir binalarında asla bir şey yapamıyoruz. Ancak yeni üretilen ve çok az enerji harcayan ürünlerle, özelikle ısıtma-havalandırma sistemlerinde, bu sistemleri devreye sokarak bunu sağlamaya çalışıyoruz ama mutlaka bir alt yapı masrafı oluyor.
Tarihi binaların kendi yapım dönemlerinden ve o zamanki yapım teknik ve malzemelerinden dolayı hepsi çok kolay dönüşebilir yapılardır, doğayla uyumları muhteşemdir, hepsi organik yapılardır. Doğal malzemelerle yapılmışlardır; taş, demir, tuğla, ahşap gibi... yani yapısal sürdürülebilirlikleri mutlaka vardır.
Konut sektörü; sürdürülebilir, yeşil ve yenilikçi tasarımları hayata geçirmek için iyi bir fırsat olmasına rağmen, kamu ve ticari binalar aynı şekilde bu trendi takip ediyor diyebilir miyiz?
Takip ediyor diyemeyiz çünkü; hatırlarsanız bizim zamanımızda Fenişleri, İller Bankası, Bayındırlık Bakanlığı gibi kurumlar vardı ve özellikle Bayındırlık Bakanlığı Türkiye’deki yapı standartlarını ortaya koyardı, devlet yapıları için bir şartname hazırlardı. Şimdi sürdürülebilirlik şartlarını bu şartnamelere koymadıkları sürece hiç bir devlet yapısı ve ticari binalar bu hale gelemezler, devletin bunu kanunlaştırması tek çözümdür bence.
Avrupa Birliği bu konuda ciddi bir çalışma yapıyor ve bir proje gerçekleştiriyor; verilen sertifikaların evrensel olması gerektiği düşüncesiyle, sertifikaları standart hale getirip anahtar bir çözüm ile bunu kendi üyelerine zorunlu kılacak. Türkiye, Avrupa Birliği’ne aday adayı olduğu ve yapı sektörünün çok hızlı geliştiği bir ülke olduğu için Türkiye’den de bir mimarlık ofisi seçtiler ve o bizim ofisimiz oldu. Biz de bu kitapçığın hazırlanmasında on yedi Avrupa ülkesi mimarı ile birlikte çalışıyoruz. Buna örnek olarak beş yıl süren ve projesi tamamlanan Özyeğin Üniversitesi sertifikalı bir yapı olmasına rağmen, kampüs içindeki binalardan bir tanesini ‘need for build’e örnek olarak yaptık; yani ‘need for build’in yapılmasını gerekli gördüğü teknolojileri o binada uyguladık, şimdi o bina deneniyor ve çok pozitif sonuçlar alıyoruz. Bina şuanda yüzde yetmiş beş oranında daha az enerji tüketiyor, LEED sertifikası aldığımız bina yüzde kırklarda enerji tasarrufu yaparken bu binanın yüzde yetmiş enerji tasarrufu yapması çok iyi bir sonuç...
Sağlıklı bir gelecek için eğitim yapıları nasıl olmalı sorusunun cevabını arıyoruz, siz bu konuda neler söylemek istersiniz…
Biz on yıldır eğitim yapısı yapıyoruz ve eğitim yapılarını kullanıcı açısından da değerlendiriyoruz, aldığımız sonuçlar ile yeni kampüsler dizayn ediyoruz. Türkiye’nin yapısından dolayı belli başlı üniversitelerin dışındakiler maalesef ticari üniversite oldular; çünkü ülke bu kadar çok üniversiteyi aynı anda kaldıracak yapıda değildi. Bir yığın üniversite kampüsü görüyoruz fakat ne derslikler derslik ne de yeterli alanları var. Bir yandan eğitim yapıları yaparken bir yandan da yapılanları inceliyoruz; çünkü mimarlık görme işi, görmeden, tanımadan yaratıcı olamıyorsunuz.
En önemli tespitimiz şu, öğrencilerin yüzde yetmiş beşi kampüsünün iyi bir kampüs olmasından dolayı o üniversiteyi tercih ediyor. Önce sosyal kullanım alanlarına, yurtlara bakıyorlar sonra sıra dersliklere geliyor... Bizim için; spora, yeşil alanlara verdiğimiz önem, derslik dışındaki kullanım alanlarına verdiğimiz enerji ve tasarım kabiliyeti birincil etken, ikinci derecede derslikler geliyor. Akıllı yatırımcılar buna dikkat ediyor, ama kısa vadede ticari düşünenler buna bakmıyorlar. Ne kadar çok sandalye satarım, ne kadar çok kalabalık sınıf yaparım, ne kadar çok ciro yaparıma önem veriyorlar. Örneğin biz rojemizde outdoor derslikler yaptık, outdoor dersliklerin arkasında servis üniteleri var ve bu öğrenclerin çok hoşuna gitti.
Önemli diğer bir nokta da yurt planlaması, mutlaka varyasyonlar yapmak lazım; dört kişilik odalar yapalım herkes yatsın diye bir şey yok artık, üç ayrı odada tek ortak mekan sistemi şuanda çok güzel işliyor, onu yapmaya gayret ediyoruz. Ayrıca outdoor dersliklerle indoor derslikler arasında, öğrencilerin sınıflarına girmeden önce, toplanabilecekleri, masa başında düşüncelerini paylaşabilecekleri ekstra bir alan koyduk.
Ben doğal taşçıyım, ahşabı da bir kenara koyuyorum ama ahşaptan daha çok doğal taşçıyım. Bunun bir ekolojik sebebi var bir de doğal taş gibi insan enerjisini nötürize eden başka bir malzeme ben tanımıyorum.
Özelikle iç mekan kalitesi çok önemli bu bağlamda malzeme seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz ve nelere dikkat edilmeli aslında?
Eğitim yapılarında bu çağı yansıtan malzemeleri tercih ediyoruz. Tek düze yapılar dışında ikinci bir renk kullanmaya, bu renkleri daha yumuşak tonlarda seçmeye başladık ve bunu dışarıda uygulağımız gibi içeride de uygulamaya başladık. Bir koridora girdiğiniz zaman onu bir sokak gibi yansıtıyoruz, neşeli, renkli yerler yapıyoruz ve dolayısıyla öğrenci içeri girmek istiyor. Işığı da ona göre ayarlıyoruz ve mekanları maksimum doğal ışıkla aydınlatıyoruz.
Ayrıca eğitim yapılarında akustik de çok önemli ama maalesef Türkiye’de çok az akustik mühendisimiz var ve onlarla çalışmayı da bizler yeni yeni öğreniyoruz. Bu bir şart aslında, benim bir mimar olarak mekanın akustiğini sağlayabilmem pek mümkün değil, bu tamamen bir mühendislik işi, oturup bunları planlamamız ve mimar olarakta feragat edeceğimiz şeylerden de feragat etmemiz lazım...
Peki yatırımcı bu noktada nasıl yaklaşıyor?
Yatırımcılar arasında fark var, yeni yatırımcılar daha sizden teklif alırken akustik danışmanı kim diye soruyor. Sesin dolaşımını düzgün bir şeklide sağlamak tamamen mühendislik işi ve bunu da yatırımcılara anlatınca anlıyorlar. Aydınlatma danışmanlarına da çok ihtiyacımız var ve bence danışman imzası olmadan özelikle eğitim yapıları ruhsat alamamalı.